Şu insanoğlu:”Rabbim bana işitmek için kulak verdi, konuşmak için ağız verdi, en büyük kitabı okumayı nasibetti, hakiki dostlarını tanıttı, öyleyse ben büyük bir adam olayım.” demiyor da,
“Canım sıkılıyor, darlanıyorum, açayım televizyonu da seyredeyim, getirin dergileri, mecmuaları, gazeteleri okuyayım.” diyor. Battı gitti böyle adam. Bende de, sizde de çok şükürsüzlük var. Her şeyimiz var, şükür yok. Vay bize!
Bir kadın ölmüş, cenazeye yıkamaya gelen hanım cenazenin suyunu hazırlarken o da ölmüş. Ölümü unutmayalım. Bir gün hepimiz Mevla Teala’nın huzuruna varacağız.
Bekâr iki kızımız şehit oldu. Biri Üsküdar’da ders okutuyordu, diğeri de hafızlığa çalışıyordu. ya Rabbi bu ne iştir dedik. Bizimki itiraz değildi tabiî. İslama faydalı olacakları için böyle söylemiştik. Denildi ki:”Ya onlar yaşasaydı da ‘bize okumaya karşı soğukluk geldi, çarşafı giymek istemiyoruz.’ deseydiler, bu mu daha iyiydi?” Ali İmran suresinde buyruluyor ki:
”Eğer size (Uhud’da) bir yara değdiyse, muhakkak (Bedir’de) o (kâfir) kavme de onun (dokunan yaranın) benzeri bir yara değmiştir. İşte o (zafer ve galibiyet) günler (i öyle günlerdir ki), biz onları insanlar arasında döndürür (durur) uz (bir gün bir kavim kazanır, diğer bir günde başka bir kavim kazanır, zamanın hadiseleri kavimlerin kâh lehine, kâh aleyhine zuhur eder). (Bu) Allah (u Teala savaş meydanında ihlâslı ve azimkâr) müminleri diğerlerinden ayırt etmek ve sizden şehitler edinmek içindir. Allah (u Teala) zalimleri sevmez.”(Ali İmran 140)
Yabancı yere mi gittiler? Mevla Teala’ya kavuştular. Böyle bir şey olursa üzülmeyelim, olmazsa da iftihar etmeyelim.
”Mevla neylerse güzel eyler.”
Vallahi güzel eder, billahi güzel eder, tallahi güzel eder, neylerse güzel eder.
Şu çarşafı çıkaranlar var ya, onları duyunca kalbime bir hançer sokuyorlar gibi oluyorum. Devam edenler de yarama ilaç oluyorlar. Ben onlardan razı olduğumdan ziyade, Allah onlardan razı olsun.
Tekrar ayetimize gelelim, ne buyrulmuştu? ”Ey iman edenler! Nefislerinizi koruyunuz.” İman ettik diyorsunuz ama çarşaf meseleniz var, sakal meseleniz var, son nefes meseleniz var. Hani nerede Dolmabahçe sarayında hayat sürenler? Hepsi göçtü gitti bu dünyadan. Onlar yine uyanık insanlardı, ahireti kazanacak işler yaptılar. Efendi babam derdi ki,:” Sultan Abdulhamid vali bir zat idi.”
‘Ehlinizi de koruyunuz” Peki ehlinizi neyle koruyunuz? Kendinizi neyle koruyorsanız, bir insan elli sene müddetle tesbih çekse, gece namazı kılsa, her sene hacca gitse, fakat:”Faiz helaldir” dese ondan iman gider.
”Yerden göğe küp dikseler,
Birbirine rapt etseler,
Altından birini çekseler,
Seyreyle sen gümbürtüyü.”
Bir hanım:”Bu konular beni imandan kaydırmak için mi çıkmıştır nedir? Ben mirasımı kanunlara göre alırım, Kuran’a göre almam.” dedi. Bu kadın neler diyor? Zavallı böyle nereye gidiyor? Elinde fener olmadığından, karanlıkta nereye bastığını görmeyen biri gibi.
Nefislerinizi ve ehlinizi neden koruyunuz buyruluyor? Ateşte. Öyle bir ateş ki, onun tutuşturucusu insanlarla, kibrit taşlarıdır. Eskiden evlerde ocaklar olurdu, orada iri odunlar birbirine dayandırılır ateş yakılırdı. İşte cehennemin tutuşturucusu da insanlardır. Demek ki iman ettikten sonra da cehenneme çalı olmak vardır, ama ebedi değil tabii.
Ebedi cehennemde kalıp çıkmamaktansa, yanıp çıkmak daha iyidir. Bir kimse:”Ben Kuran’ın emrini biliyorum, inanıyorum, bile bile haram işliyorum yanıp yanıp çıkarım.” dese imanı gitmez;
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadisi şerifinde buyuruyor ki:
”İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi, aldığı şey helalinden midir, haramından mıdır? aldırmayacak.”
Amman dikkat edelim! Dediğimiz gibi iman edenler de cehenneme çalı olabiliyor. Birde cehennemde ğılzatlı ve şiddetli melekler vardır. Allahın kendilerine emrettiği şeylerde O’nun emrini harfiyen yerine getirirler. Yüz sopa vurulması gerektiğinde tam yüz sopa vururlar, doksan dokuz buçukta bırakmazlar.
Bir kişi için:”Cehennemin dibine indirilecek.” dendiğinde, melekler bunun aynısını yaparlar. Yarısına indirmezler, tam dibine indirirler. İman az şey değildir, ebedi yanmaktan kurtarır insanı.
”Bu ilimler bizimle yaşayacak, ben onun bir ağacıyım, benim gibi ağaçlar yetiştireyim, ahirete öyle gideyim” deyiniz.
İnsanın ilmi arttıkça tevazusuda artmalıdır. Cennetin kapısını zenginler açacak, hocalar açmayacak. Cennetin anahtarı hocaya teslim edilecek, O:”Bana zenginler para vermeseydi, ben okuyamazdım” diyecek, anahtarı almayıp zenginlere bırakacak.
Mümin suresinde Cenab-ı Hak bakınız ne buyuruyor:
”Ateşte olanlar cehennem bekçilerine diyecekler ki:’Rabbinize dua edin, bizden bir gün azabı hafifletsin.’
”Cehennem bekçileri ateşteki kâfirlere şöyle der:’Size peygamberiniz mucizelerle gelmedi miydi?’ Onlar derler ki:’Evet’ ‘ Melekler:’O halde kendiniz Allah’a yalvarın.’ Kafirlerin yalvarıp yakarması ise boşunadır.”(Mümin 49-50)
”Muhakkak ki biz, peygamberlerinize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de meleklerin şahit duracağı gün (kıyamette) yardım edeceğiz.”
”O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermeyecektir. Onlara lanet vardır. Yurdun kötüsü de onlaradır.”(Mümin 51-52)
Şimdi dersimizin 2. Ayet-i celilesine gelelim:
(Ders Ayeti)
”Ey kâfirler! Bu gün özür dilemeyin, siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.”
Bir kişi, namazın farziyetini kabul etmeyince kâfir olur. Amelde terk etmişse kâfir olmaz. İnsan, namazın Allahu Teala’nın emri olduğuna inanmayınca, o zaman kâfir oluyor. Miras işi de, diğer emirler de böyledir.
Şeriatın emirlerinden her biri için itikatta ve amelde terk edenlerin aralarındaki fark şudur: İnanıp da ameli terk edenler, cehenneme girsede yanıp çıkacaklardır.
Ruhul Beyan tefsirinde okuduk, bir zat diyor ki: Bir insanın cehennem de ne kadar kalacağını çok aradım, bir nüshada buldum ki:‘Bir andan yedi bin seneye kadardır”
Şeriatın emirlerini itikaden terk edenler ise ebedi olarak cehennemde kalacaklardır.
Haramları, helalleri çok iyi bilelim dostum. Eğer harama helal, helale de haram diyerek Kelime-i şahadet getirilse de insan kâfir olur (Bu itikadından vazgeçmesi gerekir)
Bir insanı üç şey küfre sokar: İnkâr, istihza (alay etme) ve istihfaf (hafife alma)
Mesela bir insan ”Mevla Teala’nın bir emrine veya yasağına inanıyorum ama yapamıyorum” derse kâfir olmaz. Bir andan yedi bin seneye kadar cezası müddetince cehennem azabına müstahak olur. Bu manayı iyi anlayın.
İmanın ve şeriatla amelin, günahlara tövbe etmenin ve özür dilemenin mahalli dünyadır. Ahirette iman ve amel kabul olunmayacaktır.
Kâfirler kıyamet gününde cehennem ateşini görüp, özür dilemeye kalkıştıklarında onlara hitaben:”Ey küfredenler! Beyhude yere özür dilemeyin, çünkü dünyadayken yapmış olduğunuz amellerinizden dolayı cezalandırılacaksınız. Bu nedenle özrünüz makbul değildir. Bu gün özür günü değil, ceza ve mükâfat günüdür.” denilecek.
Cenab-ı Hak kâfirlerin özür dilemelerinin kabul olunmayacağını beyan ettikten sonra, tövbesinin asıl mahalli olan, dünyada tövbe etmelerini müminlere tavsiye etmek üzere buyuruyor:
(Ders Ayeti)
”Ey iman edenler! Allah’a öyle bir tövbe edin ki, tam bir pişmanlıkla, halis bir tövbe olsun. Umulur ki, Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. O günde Allah, peygamberlerini ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacaktır. Nurları önlerinde ve sağlarında koşup parlayacak da şöyle diyeceklerdir. ‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, muhakkak ki sen her şeye kadirsin.”
Mevla Teala kullarını ne güzel ikaz ediyor. ”Ey iman eden kullarım! Benden yüz çevirdiniz, gidiyorsunuz. Bana dönün! Öyle bir tövbe ile ki, günah işleyeceğiniz vakitte size nasihat edici olsun.”
Nasuh tövbesi: İnsana nasihat edici tövbe demektir. Muaz bin Cebel (Radıyallahu Anh) bir gün Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize sorar: ”Ya Resulullah! Tövbe-i Nasuh nedir?”Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cevap verir:
”Kulun işlemiş olduğu günaha iyice nedamet etmesi, sonra da, memeden çıkan sütün memeye dönmediği gibi bir daha o günaha dönmemektir.”
Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) dan rivayet ediliyor: Bir gün bir bedevinin dilini hızlı hareket ettirerek:
(Mealen) ”Ey Allahım! Sana istiğfar eder, sana tövbe ederim.” dediğini işitti ve ona dedi ki: ”Sadece dilde kalan tövbe, yalancıların tövbesidir.” O zaman bedevi sordu: ”Peki tövbe nasıldır?” Bunun üzerine Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) buyurdu ki:”Tövbe altı şeyi cemetmiş olmalıdır.
1-Geçmiş günahlara pişman olmak.
2- Farzları iade etmek. Namaz kazası, oruç kazası, zekât kazası vs. gibi.
3- Zulüm ile alınmış malları sahiplerine vermek.
4-Hasımlarla helalleşmek.
5-İşlenilen günaha bir daha dönmemeyi azmetmek
6- Nefsini isyanla nasıl besleyip büyüttüyse, onu Allah’a taat yolunda öyle eritmektir.
Devamını oku...