Gelelim dersimizin ayet-i kerimesine;
“Ya hasretü ale’l ibad”
Cümlesinin asıl manası: “Kullarım peygamber ile âlimlerle istihza etmeyi bırakın onlara hürmet edin.” demektir. Şu halde çare var, Mevla Teala hiç çaresiz iş buyurur mu? Fakat kıyamet geldi mi durumlar artık düzelmez. Kıyamete kadar çare vardır yeter ki, biz işimizi yarına bırakmayalım.
Aşık Yunus var yarine
Koma bugünü yarına
Bir takım müslümanlar ise çareyi tiyatrolara gitmekte, piyesler oynatmakta buluyorlar ve zannediyorlar ki bu gibi şeylerle dünyaya hâkim olacaklar. Dikkat edersek görürüz ki bugün Hıristiyanlıktan kiliselerde sadece çalgı aletleri ve çalgı çalmak kalmıştır.
Sizin de malumunuzdur ki Ayasofya Camii idi. Sonra onu müzeye çevirdiler ve orada bir gün konser verildi. Sultan Fatih manada bu işe çok üzülmüş olarak zuhur etti ve buyurdu ki: “İstanbul’u bıraktım”… Bunu gidermenin tek çaresi oranın tekrar ibadethaneye çevrilmesidir.
Bazı kardeşlerimiz hakkında bize yanlış işler yaptıkları haberleri geliyor. Piyeslere, tiyatrolara nasıl aldanıyorlar bilemiyorum. Onlara yedi kat göklerden gelen ayetleri okuyorum da ikna olmuyorlar, acaba kimler ne şekilde bunları aldatıyor. Ben piyes yapanlardan razı değilim. Eğer çarşaflı kardeşlerimiz piyes yapıyorlar ise bu söz dinlememeyi onlara yakıştıramıyorum.
(Ders ayeti)
“Onlar (Mekke kâfirleri) görmediler mi ki, kendilerinden evvel ne kadar nesiller helak etmişiz; onlar (öldükten sonra) hiç dönüp onlar gelmiyorlar.”
Biz de Amerika ve batı tarafından her gün biraz daha eziliyoruz ve bir de hürüz diyoruz. Haddi zatında kâfirlik bir ota benzer bir bakarsın solar, sararır, çöp olur gider. İslamiyet ise solmaz sararmaz ve gitmez.
Bir dinin güçlü olması ilim, amel ve ihlâsa bağlıdır. Din muhafaza edilmedi mi bize bir şey oldu demektir. Osmanlılar islamı yaşadıkça ilerlediler. Ne zaman ki Avrupa’ya meyletmeye başladılar haller değişti. Müslümanlar için zafer ancak islamiyeti yaşamakla mümkündür.
Bir zamanlar Şibli Hazretlerinin zikir sebebi ile Bağdat’ın kurulduğu söylenir. Şimdikiler ise piyeslerle, tiyatrolarla uğraşmaktan zikre zaman bulamıyorlar. Hatta zikir ehlini kötü görüyorlar. Fakat zikir ehli olmasa helak olacaklar farkında değiller. Şu ilimler, Mevla’nın kitabını öğrenmek ve onunla amel etmek yetmedi mi?
Akaid, tasavvuf yetmedi mi? Ama siz bildirilen ilimlerle amel etmek niyetinde değilseniz her şey havadır, boştur. Peki, sizin kendinizde bir hayır var mı? Bir kerre olsun can çekişen İslama üflediniz mi? Benden söylemek, dinlemeyene Allah dinlettirir.
Gelelim dersimizin ayet-i kerimesine:
” (Ümmetlerin) hepsi muhakkak toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.”
Yani kıyamet günü insanlar dosyaları ellerinde huzurumuzda cem edilecek ve biz onları hesaba çekeceğiz. Herkese ameline göre muamele edeceğiz, ameli hayır ise mükâfatlandıracağız, ameli şer ise şer ile cezalandıracağız demektir.
Mevla Teala müşrik ve sapık kullarını tefekkür edip uyanmaya davet ederek buyuruyor;
“Hem ölü (kurumuş) arz, (kudretimize ve ölüleri dirilttiğimize delalet eden) bir alamettir onlara; Biz, ona (yağmur sebebiyle) hayat verdik; ondan daneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.”
Kış mevsiminde ortalık kupkuru olur bahar gelince her taraf yeşerir çiçekler açar. Ya Rabbi! 20. asıra geldik fakat bizler ortalığı yeşillendiremedik, bu gidişle 40. asıra ulaşılsa da yine bir şey yapılmayacak.
Bütün dünya insanları bir araya gelse yerden çıkan küçük bir otun bir benzerini yaratmaya muktedir olamazlar nerde kaldı meyveler, sebzeler yaratacaklar. Böyle olduğu halde bunca mahlûkatı yaratan Allah (Celle ve ala) hüner sahibi olarak kabul edilmiyor da, kâfirler hüner sahibi olarak görülüyor öyle mi? Edison’un keşfine şaşıyorlar bir defacıkta onu yaratana hayret etseler ya. Hem sonra Edison’un keşfettiği ilimde Allah’ındır. Maalesef okullar da böyle öğretilmiyor. Hatta zikir adamı için “Mantar adam” diyorlar.
Niyazi Mısri bu gibi adamlara hitaben buyuruyor;
MISRİYE SÖVSÜN OL AĞIZ
ALLAH DEMEK BİLMEZ OLA
Allah demek bilmeyen adamların sövmesine bakılmaz. Şeriatı yaşamayan ölüdür.
Piyes, tiyatro muteber olsa idi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bilir miydi, bilmez miydi? İhtiyaç olsaydı o zaman olurdu, duyulurdu. Bunu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) , Hulafa-i Raşidin (Rıdvaullahi Teala aleyhim ecmein) yapmadı sana ne oluyor? Bu zatlar ne zahmetler çektiler din bize ulaşsın diye, bizde uğraşalım. Kuran’dan bir harf okumak yasak idi, sizler medrese açtınız okutuyorsunuz bunun şükrü piyes yapmak mıdır? Mevla görüyor. O’na kul olalım. O’na dayanalım.
Davası İslam olanlar benim kardeşimdir bende onların kardeşiyim. Çalışmalarınıza çok seviniyorum fakat piyes, tiyatro sözlerini duyunca çok üzülüyorum, kırılıyorum. Bu üzüntülere sebep olmak size yakışır mı?
Bir de bazı düğünleriniz İslama uygun olmayabiliyor. Avrupalıların gelinlikleri gibi elbiseler giyiliyor, düğünler salonlarda yapılıyor, çalgılar çalınıyor, oyunlar oynanıyor.
Anlatıla gelen bir hikâye vardır; şahsın biri kedisini eğitir ona mum tutmayı öğretir. Bir gün yemeğe misafirleri davet eder.
Onun kedisini eğittiğini bilen birisi kibrit kutusu içerisine saklamış olduğu fareyi yemek esnasında kediye gösterir. Kedi fareyi görünce onu yakalamak içi atılır her taraf birbirine karışır. İşte düğün meselesi ortaya çıkınca sizlerde farenin üstüne atlayan kedi gibi oluyorsunuz.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hasır üzerinde yatıyordu. Başının altında da içinde hurma lifi bulunan bir yastık vardı. Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) bir gün gelip bu hali görünce ağlamaya başladı. Efendimiz “Seni ağlatan nedir ya Ömer!” diye sorunca
Hazreti Ömer (Radıyallu anh); “Acemistanın hükümdarı Kisra, Rum imparatoru Kayser zevki sefada yaşıyorlar. Sen Allah’ın habibi ise bu haldesin bundan sebep ağlıyorum” deyince Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) “Dünya onların, ahiret bizim olsun razı olmaz mısın Ya Ömer?” buyurdu.
Bu anlatılanlardan ders almamız lazımdır. Dünyanın bütünü toptan size verilse de yine ona rağbet etmeyin çünkü sonu var.
Bir şahıs ahirette kiminle beraber olacağını görmek istedi. Allah’a yalvardı. Ona manada denildi ki:“O kimse Küfe’de falanca yerde bulunan bir hanımdır.” Bu habere sevindi bunun üzerine gidip hanımı buldu, merada koyun otlatıyordu. Bir tarafda koyunlar otluyor diğer bir tarafta kendi namaz kılıyordu. Koyunlar ile kurtlar aynı mekânda idiler. Birbirlerine hiç saldırmıyorlardı.
Kadın bir şahsın yaklaştığını hissedince namazını kısalttı selam verdi: “Vaad burada değil, ahirette şimdi niye geldin?” dedi o kişi şaşırarak beni nasıl bildin deyince, kadın:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): “Ruhlar, toplu ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah yolunda) birbiriyle tanışanlar iltifat eder (anlaşır. Allah uğrunda ) tanışmayanlar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşır) lar” buyurdu. (Buhari, Enbiya:2) işte bu hadis-i Şerif in muktezasınca seni tanıdım” dedi.
Yüce Allah’ın bu dünyada böyle kulları da vardır.
Devamını oku...