Yüreği Sevgi Dolu Bir DavetciBir Gönül Mücâhidi:ABDULLAH FARUKİ el-MÜCEDDİDİ(Rahmetullâhi Aleyh) |
![]() |
HİKMET ve SÜNNET
"Hikmet" ise geniş anlamları olan bir kelimedir. Bize göre bu âyet-i kerîmedeki "Hikmet", "Sünnet" anlamına gelir. Kur'ân-ı Hakîm'de "Hikmet", Lokman Sûresi 12. âyetinde olduğu gibi "İlhama dayalı güzel söz" mânâsına da gelir. Kamer Sûresi 5. âyetinde olduğu gibi bazı yerlerde de "Kıyametle ilgili haberler" anlamında kullanılmıştır. Birkaç âyet-i kerîmede ise; "diğer peygamberlere âit sünnetler, onlara verilen lütuf ve ihsanlar" anlamında kullanılmıştır.
Tefsîrini yaptığımız Bakara Sûresi 151. âyette ise "Sünnet" anlamındadır. Şimdi Bakara 151. âyette yer alan "Hikmet" kavramını açıklayalım:
"Hikmet"in Kur'ân-ı Hakîm'de "Sünnet" anlamında kullanıldığı âyet-i kerîmelerden biri de İsrâ Sûresinin 39. âyetidir. Bu âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
"İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir." (2)
Bu âyetin öncesine baktığımızda Resûlullah (s.a.v)'in ahlâk-ı hamîdesinin unsurlarından bahsedildiğini görüyoruz. Ana-babaya iyi davranmak, akrabaya, yolcuya, yoksula yardım etmek, israftan kaçınmak, eli sıkı olmamak, geçim endişesiyle çocukların canına kıymamak, zinâdan uzak durmak, haklı bir sebep olmadıkça cana kıymamak, yetîmin malına göz dikmemek, verdiği sözü yerine getirmek, ölçü-tartıda hile yapmamak gibi hususları Allah Teâlâ; "İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir." şeklinde tavsif buyuruyor.
Bunlara baktığımızda, hepsinin Resûl-i Ekrem (s.a.v)'in sünnetleri olduğunu görüyoruz. Bunlar aynı zamanda yapılması farz olan davranışlardır. Bu âyetlerdeki emirler her ne kadar, Peygamber Efendimiz'e ise de asıl bu emirler sahâbe ve ümmetedir. Yani nüzûlü Resûlullah'a, şümûlü ümmetedir. Bunlar hep Resûl-i Kibriyâ'nın ahlâklarıdır. Bize de bu ahlâklarla ahlâklanmamız emrediliyor. Bizim bu âyetin tefsîrinde özellikle üzerinde durmak istediğimiz konu; "sünnet anlayışı"dır.
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; "Bana Kur'ân ve onunla beraber onun gibisi (sünnet) verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi; "Size Kur'ân yeter. Onda neyi helâl buluyorsanız onu kabûl edin. Neyi haram buluyorsanız onu da haram bilin" diyecek. Şunu iyi bilin ki Allah Resûlü'nün haram kıldığı da Allah'ın haram kıldığı gibidir." (3)
Hem Kur'ân'ın hem de sünnetin bu hadîsten anlaşıldığı üzere kaynağı vahiydir. Kaynağı vahiy oluşu itibariyle Kur'ân'a uymak nasıl farz ise, Hz. Peygamber'in sünnetine uymak da farzdır. Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki Efendimiz (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur: "Benim sözlerim de Kurân gibidir." (4)
Resûl-i Kibriyâ'nın sözleri belâgat, fesâhat ve îcâz bakımından ve daha bir çok yönden tıpkı Kur'ân gibidir. Meselâ Kur'ân-ı Kerîm'de Rûm Sûresi'nde, Rumların galip geleceğinin bildirilip de gerçekleşmesi gibi Allah Resûlü (s.a.v)'in de İstanbul'un fethine dair hadîsi vardır.
Kur'ân-ı Hakîm'de bir mûsıkî ve âhenk olduğu gibi, bu mûsıkî ve âhenk, hadîs-i şerîflerde de söz konusudur. Kur'ân-ı Mecid'de nasıl ki az kelimeyle çok derin mânâlar ifâde edilmiş ise hadîslerde de böyledir.
Bununla beraber nasıl ki Kur'ân âyetleri hüküm bildiriyorsa, hadîs-i şerîflerin bir kısmı da hüküm koymaktadır. Aslında Kur'ân-ı Mecid'deki bütün âyetler farz mesâbesinde hükümler koymaz. Âyet-i kerîmelerden bir kısmı farz, bir kısmı vacib, bir kısmı da sünnet (nafile) niteliğinde hükümler koyar. Meselâ; Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'de "Namaz kılın, zekât verin", "Haccedin" buyuruyor. Bunlar kesin emirler olup, delili ve sübûtu kat'î (kesin) olduğu için farzdır.
Lâkin, kurban kesmek hakkında âyet-i kerîme;
"Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes." (5) olduğu hâlde, delil veya sübût yönünden birisi eksik olduğu için emir olduğu halde farz değil, ümmete "vâcib"dir. Kurban Hanefîlere göre vacib, Şâfiîlere göre ise "sünnet"tir. Yine Kur'ân-ı Azîmüşşân'da Cenâb-ı Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Mescitlere girdiğinizde güzel (temiz) elbiseler giyin."(6)
Bu âyet de sünnet mesâbesindedir. Eğer bu âyet sünnet mesâbesinde olmasaydı hiç kimse iş elbisesiyle namaz kılamazdı. Bu âyetlerden de anlıyoruz ki Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan âyetlerin hepsi farz derecesinde değildir. Bazısı farz, bazısı vâcib, bazısı da sünnet (nafile)'dir.
İşte Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.v)'in sünnetleri bu yönden de tıpkı Kur'ân-ı Hakîm gibidir. Sünnetler sadece yapıldığında sevap kazanılan, terk edildiğinde günah olmayan davranışlar değildir. Sünnetlerin tıpkı Kur'ân'da olduğu gibi bir kısmı "farz", bir kısmı "vâcib, bir kısmı ise "nafile" derecesindedir.
Bu bölümün daha iyi anlaşılabilmesi için örneklerle îzâh edelim. Zîrâ biz Resûl-i Kibriyâ'ya, aldığımız hava gibi hatta ondan daha ziyâde her ânımızda ve her ibâdetimizde muhtâcız.
Bilindiği üzere namaz kılmakla ilgili birçok âyet-i kerîme vardır. Kur'ân-ı Kerîm'deki "Salât" kelimesi sadece namaz anlamına gelmez. Aslında "salât" kelimesinin Türkçe karşılığı "duâ ve senâ"dır. Fakat "Salât"ın "Namaz" anlamına geldiğini Resûl-i Kibriyâ'dan öğreniyoruz. Eğer biz Resûlullah Efendimiz'in namaz içinde yaptığı farz ve vâcib mesâbesindeki sünnetleri kaldırırsak sadece "duâ" kalır. Halbuki Resûlullah Efendimiz'in hadîs-i şerîflerinden anlamaktayız ki; Cebrâil (a.s) bizzat Kâbe'de Efendimiz (s.a.v)'e gelerek namazı târif ve tâlim etmiştir. Efendimiz (s.a.v) de kendisine tarif edilen şekilde namazı kılmıştır. Cebrâil (a.s)'ın getirip târîf ettiği namazın kılınış şekilleri bir vahiy neticesidir. (7)
Resûlullah Efendimiz bir bedevîyi namaz kılarken gördü. Bedevînin yanlış namaz kıldığını gören Peygamber Efendimiz (s.a.v), namazını bitirdikten sonra bedeviye; "Olmadı" dedi. Bedevî tekrar namaz kıldı. Allah Resûlü; "Olmadı" deyince, bedevî tekrar kıldı, Allah Resûlü yine "Olmadı" deyince, bedevî; "Ya Resûlallah! Bu kadar biliyorum, o hâlde bana namazı nasıl kılacağımı târif et de öyle kılayım" dedi. O zaman Allah Resûlü şöyle buyurdu:
"Namaz kılarken beni nasıl gördüyseniz, öylece kılınız." (8)
Resûl-i Ekrem (s.a.v) bu hadîsiyle de namazın sadece "duâ" mânâsına gelmediğini, fiilî tatbikatının gerektiğini bildirmektedir.
Namaz nasıl âyetle farz ise, namazın farzları olan kıyam, kıraât, rükû ve sücûd hakkında da âyet-i kerîmeler vardır. Ancak bu âyetler kıyâmın, kırâatın, secdenin nasıl yapılacağını bize bildirmemektedir. Biz bu farzların nasıl yapılacağını sadece Resûl-i Kibriyâ'nın hayat-ı şahanesinden ve dolayısıyla sünnetlerinden öğrenebiliriz. Bir kimse kıyâmı Allah Resûlü'nün yaptığı gibi yapmazsa, secdeyi o'nun târif ettiği minval üzere gerçekleştirmezse farzı yapmış olmaz. Dolayısıyla da namaz sahih olmaz.
İşte namazdaki farzların Allah ve Resûlü'nün târif ettiği gibi yapılması da "farz"dır. Eğer kişi; "Resûl-i Kibriyâ'nın sünnetleri yapılmasa da olur" derse îman dairesinden çıkar. Burada namaz ile ilgili sünnetler; farz, vâcip ve nafile gibi şekiller alır. İmâm Şâfiî Hazretleri, Necm Sûresi 3-4.;
"O hevâsından konuşmaz. O'nun konuştuğu ancak vahiydir." âyet-i kerîmelerini kaynak göstererek, sünnetlerin de tıpkı Kur'ân gibi vahiyle geldiğini söylemiştir. Bu durumda sünnetlerin de kaynağının vahiy olduğu âşikârdır. Nitekim Resûlullah (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde;
"Ben yedi âzâ üzerine secde etmekle emr olundum." buyurmaktadır.
Hadîs-i şerîfte kasd edilen âzâlar şunlardır:
1- Baş: Alnın yere değmesidir ki; farzdır,
2- Burun: Burnun yere değmesidir ki; vâcibdir,
3- Eller: İki elin yere değmesidir ki; sünnettir,
4- Dizler: İki dizin yere değmesidir ki; sünnettir,
5- Ayaklar: Bir ayağın üç parmağının kıbleye doğru kıvrılmasıdır ki; bu da farzdır.
Bakara Sûresi'nin 151. âyetinde yer alan üçüncü kavram "Bilmedikleriniz"dir. Bunu açıklayacak olursak; bu tabirin Kitâb ve hikmet (sünnet)'ten farklı olarak, herkese bahşedilmeyen "gizli ilimler" olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Allah Teâlâ'nın Lokman (a.s)'a bitkilerin dilinden anlamayı ve onların ilaç olarak kullanılmasını öğretmesi, ona gizli ilim vermesidir. Bu da gizli ilimler kapsamındadır. Kur'ân'da bildirilen ilim de "Gizli İlim"dir. Hz. Hızır (a.s)'la Hz. Mûsâ (a.s) arasında geçen ve Kehf Sûresi'nde bildirilen hâdisede Hz. Hızır (a.s)'ın sahip olduğu ilim de gizili ilimdir.
Zîrâ Cenab-ı Hakk:"Biz ona kendi katımızdan bir ilim verdik." (17) buyuruyor.
Buradaki ilim Bakara Sûresi 151. âyetinde işaret edilen gizli ilimdir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v)'e de Allah Teâlâ gizli ilimler öğretmiştir. Resûl-i Ekrem de bunlardan bir kısmını bazı sahâbîlerine öğretmiştir. Bu meyanda Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurmuştur:
"Ben Resûlullah (s.a.v)'den iki kap dolusu ilim belledim. Biri muamelat ilmidir. Bunu aranızda yayıyorum. Öbürünü ise açıklayacak olsam, boğazımı keserdiniz."
Bu ifadeden anlaşılıyor ki Resûl-i Ekrem (s.a.v) Allah Teâlâ'nın lutfettiği bu gizli ilimi bir kısım sahâbesine tâlim buyurmuştur.
_________
1) Bakara/151. 2) İsrâ/39. 3) Ebû Dâvûd/Sünnet; Tirmizî/İlim; İbn-i Mâce/Mukaddime. 4) Ebû Dâvûd. 5) Kevser/2. 6) A'râf/31. 7) Buhârî; Müslim; Ebû Dâvûd; Tirmizî. 8) Buhârî'den, Mültekâ-I, Namaz bahsi. 9) Mâide/37. 10) Neseî, Ahmed b. Hanbel/Müsned. 11) Haşr/7. 12) Muvatta/Kader. 13) İbn-i Hazm, el-İhkâm-I, s. 214. 14) Necm/3-4. 15) Âl-i İmrân/31. 16) Haşr/7. 17) Kehf: 65.
Copyright © 2025 Erbaalı İrfan Aydın Rights Reserved.
Devamını oku...